Pages

Ads 468x60px

24 Ekim 2012 Çarşamba

Gülnur Yazıyor

Ben otizmi olan 12 yaşında bir bireyim. Beni farklı yapan şey otizmim, otizmim olmasaydı benim özelliklerim çok sıradan olurdu.



Otizmim beni ben yapan özellik. Öğretmenlerim benim herşeyi yapabileceğimi düşünüyor. Öğretmenlerim bana inanıyor. İnanmak en önemli şey. Otizmim benim iyi oynamamı engellemiyor. Ben iyi oyun oynuyorum. Evde herkes bana sevgiyle bakıyor. Okulda öğretmenim beni çok seviyor. Ben oldukça şanslıyım. Ben okuma yazmayı kendim öğrendim. Ama yazdığımı göstermedim.



Ben kendimi hazır hissedince gösterdim. Kendimi hazır hissedeceğim insanlar lazımdı. Daha önce başka öğretmenler beni anlamadı. Aileme de yazdığımı göstermedim çünkü onlarında hazır olması gerekiyordu. Ailem benim yazdığımı bilmiyordu. Ama ailem evde beni çok iyi anladı. Daha önce anaokulunda veya dışarda yaşadıklarımı ailemle paylaşmak istedim ama fırsatım olmadı. Buna rağmen ailem beni çok iyi anladı. Evde annem, babam beni olduğum gibi kabul ettiler. Otizm beni ayrı yapan şey.



Anneler, babalar otizmi anlamalı ve kabullenmeli. Evde çocuklarıyla oyun oynamalı.



Otizm aynı diğer durumlar gibi ele alınmalıdır. Sadece farklılıkları görmek işe yaramaz. Otizm aynı zamanda bir ayrıcalıktır, farklı olmaktır. Kötü bir şey değildir.Otizm bir son değildir bir başlangıçtır. Otizm zorlukları olan ama aynı zamanda güzelllikleri olan bir durumdur.

Aylelerin Hikayesi

GÜLÇİN VARDARCI VE OTİSTİK OĞLU CEM ÖRNEK BİR YAŞAMI PAYLAŞTI
Melekler Mekanı Anneliğin dayanılmaz mutluluğu!.."

Bir "Rain Man" ile annesi müthiş mücadeleyi paylaştılar... Onlar şimdi kendisi gibi olan ailelere yardım ediyor

Yıllar önce oynayan, "Rain Man" filmini seyretmiş miydiniz? Dustin Hoffman'ın oynadığı otistik bir gencin hikayesini anlatan film yıllar geçse de içimden silinmedi! İşte böyle bir delikanlı ve onun fedakar annesiyle buluştum geçen gün... Yanında, oğlunun gelişim yolculuğu ile ilgili bir valiz dolusu belge ve CD ile gelen Gülçin Vardarcı gözleri yaşararak anlattı, bu zorlu hayat yolculuğunu. 15 yaşına gelen Cem, artık yaşıtları gibi eğitim alıyor, gitar ve bateri çalıp, konserler bile verebiliyor. Gülçin Hanım, oğlu için yaşıyor. Yaşamı Cem'in ekseninde dönüyor!

"NAZAR DEĞMESİN"
Anneler gününe birkaç gün kala, gerçekleştirdiğimiz bu anlamlı röportaj eminim pek çok otizm hastası çocuğu olan aileye de umut olacaktır.
Her türlü gıdayı yiyemeyen ve Gluten'li gıdalarla beslenen Cem'in en büyük meraklarından biri de kek ve kurabiye yapmak. İlk zamanlar gazeteye haber olmasını, "Bana nazar değer" diye reddeden Cem, daha sonra bu işe bir çözüm bularak; yayınlanan gazeteyi saklar ve böylece kimse onun haberini okumamış olur!
Şu anda en önemlisi, Cem kendi durumunu biliyor ve normale dönmek için olağanüstü bir çaba gösteriyor! Hatta, kendi duygularını, yaşadıklarını anlatan bir kitap hazırlığında...
Gülçin Hanım, ne mutlu size... Anneler gününüz kutlu olsun...

FARKLI BİR ÇOCUK
- Oğlunuzun otistik olduğunu kaç yaşında ve nasıl fark
ettiniz?
"Önce beni annelik ile tanıştıran ve 'anne' sözcüğünü ilk anneler gününe denk getiren kızıma teşekkür etmek isterim. Herkes evlat sahibi olurken kızım gibi evlat sahibi olmayı düşler. İkinci çocuğum Cem'in, 4 yaşında otistik olduğu anlaşıldı. Ben anlamadığım gibi, pek çok doktor da tanı koyamamıştı. Anneliğiyle yarışamadığım annem Nesrin Berker, doktorlara ısrarla 'Bu çocukta bir farklılık var' dedi ve torununu kurtarmaya çalıştı."
- Oğlunuz için verdiğiniz uğraşlar kaç yıl sonra meyvesini verdi?
"Tanı konduktan sonraki şokumuzu atlatıp 'Ne yapabiliriz' diye araştırmaya başladık.O zamanlar kaynak yoktu, internet yoktu hiç kimse bir şey bilmiyordu. Çok zorlandık. Arkadaşımın tavsiyesiyle bulduğumuzçok kısa sürede Cem'i konuşturmayı başardı ancak yanlış yönlendirilmelerle çok hatalar yaptık, ama bize göre doğru terapiyi bulduğumuz andan itibaren 4 yıl içinde yüzde 98 iyileşmiş tanısı geldi."
- Kimler sizi destekledi?
"En büyük destek ailemden geldi. Arkadaşlarım, terapistler, öğretmenler, kuzenlerim ve okul müdüremiz yardımcı oldu. Cem de iyileşme sürecinde benimle işbirliğine girdi. Tıp maalesef bu çocuklar için yapılacak bir şey olmadığı görüşünde. Bu hastalığın nereden geldiğini ve nasıl tedavi edileceğini bilmiyor olabilirsiniz. Düşünün, bir iskelede duruyorsunuz ve denize düşmüş olan çocuğunuz sizden yardım istemekiçin elini çıkartmış, ona çürük de olsa mutlaka bir ip atmaz mısınız, kurtarmak için her çabayı göstermez misiniz?"

"PES ETMEDİM"
- Hiç pes ettiğiniz oldu mu?
"Hala her gün 'tamam mı, devam mı?' diye kendime sorarım ama en ufak bir gelişme bile beni, oğlumu ve tüm ailemi ileriye taşıyor."
- Daha önceden biliyor muydunuz bu hastalığı?
"Otizmi ilk, 'Rain Man' filminde Dustin Hoffman rolüyle tanımıştım. Ve o müthiş zekanın, hiç konuşmak istemediğini ve takıntılarını izlemiş, sevginin gücünü gözyaşlarıyla seyretmiştim."
- Siz sevginizle oğlunuzu yarınlara nasıl taşıdınız?
"Ben Rain Man filmini defalarca seyredip, oradaki karakterlerin kuvvetli yanlarını görüp, oradaki hataları öğrenip hayatımı ona göre planladım. Sanki orkestra şefi gibiyim, 10 yıldır uğraşıyorum. Yapmadığım şey, çalmadığım kapı kalmadı. Sonunda anladım ki; bu hastalık sabır ve sevgi istiyor. Her şey sizin elinizde. Oğlumla maçlara bile gittim. Çok kararlı bir insanım, Allah'ın izniyle oğlumu görmek istediğim seviyeyegetirebildim. Vaktimin neredeyse hepsini Cem'e ayırmama kızım Gülser izin vermeseydi, tahsilli olmasaydım, lisan bilmeseydim ve güçlü kadınların çıktığı bir aileden gelmeseydim, eşim beni desteklemeseydi, kariyerimden vazgeçmeseydim, herkesle olumlu ilişkilerim olmasaydı, bu bilinmezi hala öğrenememiş olurduk ve oğlumun yaşamdan bugünkü gibi keyif alması söz konusu bile olamazdı."

KRİTERLER
- Otizmi tam anlamıyla tanımlar mısınız ?
Birinci şart göz temasının olmaması, sonra dokunmamak-dokunamamak geliyor, geç konuşma veya söylenen sözcükleri tekrarlamak, yinelenen
hareketler, ritueller, uyku problemleri, limitli yeme, sosyalleşememe, anlamsız çığlıklar, akranlarıyla oyun oynayamama, savan zeka gibi pek çok kriter var. Olası nedenleri ise, karma aşının içindeki tiomersal (civa), antibiyotikler, alerji, besin intoleransı, metal zehirlenmesi, kimyasal zehirlenme, mantar enfeksiyonları, viral enfeksiyonlar, bakteriler, duyusal problemler (sensory), beynin ve amigdalanın daha büyük olması gibi pek çok sebebin varlığından bahsediliyor."

BAŞARIYOR...
- Cem artık baterigitar çalıyor, hatta Haluk Levent'le birlikte konser vermiş! Tenis oynuyor, bir çok aktivitenin yıldızı. Cem'in hayat yolculuğu pek çok otistik çocuğa umut olacaktır. Sevgisini, son damlasına kadar çocuğuna veren, fedakar bir annenin son cümlelerini alabilir miyim?
Tüm anneler gibi olağanüstü durum söz konusu olunca, ben de enerjimi o yöne kanalize ederim. Çocukları ateşlenip de mutsuz olan annelerden farkım bu işin kronik olması ve tanı aşamasında ve eğitimde çok zaman kaybetmiş olmamız. Bugün farklı bir misyonumuz oluştu. Hem Cem'de kalan otizmin tortusunu yok etmeye çabalarken, hem de Cem'i deedip, kızım, eşim ve ben ailelere, otizmle yaşarken öğrendiklerimizi anlatıyoruz. Şu anda dünyada AIDS ve kanserden sonra gelen ve en hızla artış gösteren bir rahatsızlık. Yeni tanı konan çocuklara vakit kaybetmemeleri için kendi oğlumda yaptığım deneme yanılma yöntemlerimi, terapistimden öğrendiklerimi, internetten ve okuduğum kitaplardan yaptığım tercümeleri paylaşıyorum. 2005 yılında Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde gönüllü konferanslar verdim."
-Ya kızınız ne yapıyor?
Kızım Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde tez olarak Sensory İntegration'i anlattı. Koç Üniversitesi'nde master yapıyor ve araştırıyor. Şimdiye kadar bu bilinmeyen hastalıktan, maddi bir kazanç elde etmeden, tamamen gönüllü olarak pek çok aileye yaptıklarımı anlattım ve bunları VCD olarak herkese ulaştırdım. Cem ile birlikte "otizmliyken neler hissettiğine" dair bir kitap yazma hazırlığındayız. 11 dakikalık belgesel yapma amacındayız. Biliyorum, Cem çok ünlü bir müzisyen olacak. Terapi ile iyileşen bir çocuk, tıpkı tüm normal insanlar gibi, okula gitmeli, spor yapmalı, gelişebilmeli. Cem, müzik okuluna giderse çok mutlu olacak ve bugüne kadar yapılanlar anlam kazanacak."

Ailelere öneriler
- Cem'in otizm oluşunun nedeni belirlendi mi? Tanı konmuş çocukların ailelerine, ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?
Evet, Cem'de çok antibiyotik kullanımı nedeniyle ve karma aşı tahribatı var. Eğer şu anda yeni otizm tanısı konmuş bir çocuğum olsaydı, hiç vakit kaybetmezdim. Göz yaşlarımı kurular ve çalışmaya başlardım. Otizmin henüz bir tedavisi yok. Ama çalışırsak, yaşam çocuk ve ailesi için o kadar da umutsuz değil. İlk yapacağım yoğun bir şekilde Sensory Integration Therapy, Auditory Integration Therapy, diyet, Hipotherapy ve masaj yapmak olurdu. Eve gerekli materyali alırdım. Yüzme öğretirdim. Bisiklete, salıncağa bindirirdim. Diyet yapar, antibiyotik vermezdim. Doktorumu bu konuyu öğrenmeye teşvik ederdim. İngilizce öğrenirdim. İnternete girerdim. Milli Eğitim Bakanlığı'na, otizmde eğitiminin gerekliliğini anlatırdım."

"Adeta evimize bomba düştü!"
Otizm nedeni tam olarak bilinmeyen bir hastalık. 4 yaşına kadar ailenin fark edemediği bu hastalığın teşhisi Cem'e konduğunda "Evimize bomba düştüğünü hissettik" diyor Gülçin Hanım. O yıllarda 9 yaşında olan kızı bir gün kardeşine "Hırsız Cem, annemi çaldın" demiş! Abla, şu anda 20 yaşında bir üniversite öğrencisi. Kardeşiyle daha iyi iletişim kurabilmek için, psikoloji okuyacak kadar Cem'e düşkün.

19 Ekim 2012 Cuma

Hanen Programını

Hanen programını üç temel kural üzerine kurmuştur.
KURAL 1. Çocuğun iletişimde lider olmasına izin verin. -Gözlemek -Beklemek -Dinlemek Yüz yüze olun Çocuğun ilgilerini takip edin ve ilgisini fazlası ile çekebilecek durumlar yaratın. a) Taklit edin b) Dillendirin c) Yorumlayın d) Katılın ve çocukla oynayın İletişimde,karşılıklı olmasına dikkat ederek sıra alın.Zor çocukları,liderliğine teşvik etmek için; a) Çok sevilen oyuncakları kullanın b) Günlük herhangi bir durumu sevilen bir aktiviteye dönüştürün. c) Çocuğun ihtiyaçlarını önceden tahmin etmeyin. d) Sosyal rutinleri kullanın.
KURAL 2. Anı paylaşmak için dilinizi ve davranışlarınızı çocuğa göre düzenleyin. Sosyal rutinler. a) Ortak dikkati sağlayın b) Çocuğun iletişimde sıra almasını sağlayın Fazla konuşmaları azaltmak, a) Yavaş olun iletişimi durduran değil sürdüren sorular sorun c) Dili çocuğun anlayabileceği şekilde uyarlayın
KURAL 3. İletişime dil ve deneyiminizi katın. İsimlendirin Betimleyin Mimik ve hareketler kullanın Yavaş olun Anahtar kelimeleri abartın Konuşmalarınızın konu ve içeriğini çeşitlendirin Çocuğun oyununu zenginleştirin

üç temel kural üzerine kurmuştur.
KURAL 1. Çocuğun iletişimde lider olmasına izin verin. -Gözlemek -Beklemek -Dinlemek Yüz yüze olun Çocuğun ilgilerini takip edin ve ilgisini fazlası ile çekebilecek durumlar yaratın. a) Taklit edin b) Dillendirin c) Yorumlayın d) Katılın ve çocukla oynayın İletişimde,karşılıklı olmasına dikkat ederek sıra alın.Zor çocukları,liderliğine teşvik etmek için; a) Çok sevilen oyuncakları kullanın b) Günlük herhangi bir durumu sevilen bir aktiviteye dönüştürün. c) Çocuğun ihtiyaçlarını önceden tahmin etmeyin. d) Sosyal rutinleri kullanın.
KURAL 2. Anı paylaşmak için dilinizi ve davranışlarınızı çocuğa göre düzenleyin. Sosyal rutinler. a) Ortak dikkati sağlayın b) Çocuğun iletişimde sıra almasını sağlayın Fazla konuşmaları azaltmak, a) Yavaş olun iletişimi durduran değil sürdüren sorular sorun c) Dili çocuğun anlayabileceği şekilde uyarlayın
KURAL 3. İletişime dil ve deneyiminizi katın. İsimlendirin Betimleyin Mimik ve hareketler kullanın Yavaş olun Anahtar kelimeleri abartın Konuşmalarınızın konu ve içeriğini çeşitlendirin Çocuğun oyununu zenginleştirin

Lovaas Yöntemi

Çocuğun zayıf ve kuvvetli tarafları araştırılmadan,ceza ile istenilmeyen davranışların yok edilmesine bastırılmasına ve taklit ile öğrenilmesine çalışılır. Çocuğun neleri sevdiği tespit edilir. Doğru cevap ya da doğru davranış anında ödüllendirilir. Ses tonumuzla “ bravo,aferin ”uyarıları verilir. Eğitimin başında genellikle bir yiyecek olur.sık sık ve azar azar verilir.istenilen davranış yerleşince somut ödül soyut ödüle dönüştürülür. Hayır derken sert bir ses tonu,aferin derken yumuşak bir ses tonu kullanılır. Alıştırmalar günde bir iki saat yapılır. Bir alıştırmayı sözel yardım ile on defadan sekizinde doğru yapınca bir sonraki alıştırmaya geçilir. İlk öğreneceği komutlar “ otur,bana bak, düzgün dur vb” olmalıdır. Çalışmalar arasındaki kısa aralarda çocuğa sevdiği şeyler yaptırılır. Eskiler devamlı tekrarlanır.Yeni alıştırmalar arasına serpiştirilir. Bir alıştırma için 15 dakika önerilir. Otizimli çocuklar için çerçeve çok önemlidir.O çerçeveyi ve kuralları önce siz koymazsanız o kendi kurallarını koyar.Konulan kurallardan taviz verilmemelidir.Aksi takdirde program çöker.

Teacch Eğitsel Teknikleri

Otizmin nörolojik temelli gelişimsel bir bozukluk olduğunun belirlenmesi ve Temple Grandin’in “Resimlerle Düşünmek” kitabının ve bir çok yüksek işlevli veya asperger sendromlu bireyin kendileri hakkında yazdıklarının (otizmin içerden anlatımı) çoğalması otizmin daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır,

Otizmi anlamaya, otistik bireye odaklanan ve onun varolan ilgi ve becerileri üzerine inşa edilen “otizme özgü” geniş çaplı bir müdahale programına gereksinim olduğu düşüncesiyle 1962 de Shopler, Mesibov ve arkadaşlarınca TEACCH (Treatment and Education of Autistic and Related Communication Handicapped Children), otistik ve iletişimle ilgili engeli olan çocuklar için eğitim ve müdahale programını geliştirmişlerdir. Bu programın temel amacı, çocuğun gereksinimi olan becerileri kazanmasını sağlamak, davranış problemlerini azaltmak ve bir yetişkin olduğunda mümkün olduğunca sosyal hayata katılmasını sağlamaktır. Daha önceki yazılarda ve aşağıda ayrıntılı açıklamaya çalıştığım otizmli bireylerin görsel öğrenme ve diğer özelliklerini dikkate alan TEACCH yaklaşımının kullandığı program listeleri ve görsel yardımcılar kullanma gibi teknikler son yıllarda birçok programda kullanılmaya başlanmıştır.

TEACCH Eğitsel Teknikleri

Geleneksel eğitim modelinde sözel anlatım, model olma ve sosyal pekiştireçler çok kullanılır. Normal gelişim gösteren bireylere bir şey öğretmenin en etkili yolu dil kullanımıdır. Eğitimcinin sözel açıklamaları öğrencinin neyi, nasıl yapacağını ve yapılanlar arasındaki ilişkiyi anlamasını sağlar. Ne yapacağını öğrenince uygular ve gerektiğinde yardım isteyerek çalışmayı tamamlayabilir. Otistik bir birey ortamdaki ses, ışık gibi bir uyaranla ilgilenip söylenenlere odaklanmayabilir, eğitimcinin dudak hareketlerini izliyor olabilir, kendisine yönelik konuşulduğunu anlamamış olabilir veya dikkatini verse bile karmaşık kelimeleri, yan anlamlarını, mantıksal çıkarımları anlamakta güçlük çekebilir. Bu nedenle TEACCH yaklaşımı sözel yönerge ve sözel açıklamaların tek başına yeterli olmadığını dikkate alır, sözel bilginin görselleştirilerek anlaşılır kılınmasını gerekli görür.

Model olma yöntemi, otistiklerin eğitiminde çoğu zaman etkili değildir; çünkü bireyin modeli taklit edebilmesi için onu izlemesi ve onun gibi yapması, ilişkili özellikleri tanımlayabilmesi gerekir. Otistiklerde model alma, taklit yoluyla öğrenme sınırlıdır; bu nedenle bazen gösterileni izleyebilir, ancak ona bakarak kendi davranışlarını organize etmede başarılı olmayabilir.

Eğitimcinin kullandığı sosyal ödüller olan “aferin, şahane, teşekkür ederim” gibi övgüler, öğrencinin yaptığından gurur duyduğunu belirten ifadelerin, pekiştireç olarak amacına ulaşabilmesi için öğrenci için bir anlamı olması gerekir. Fakat otistik bir çocuk bu övgülerin veya gülümsemenin iletişimsel anlamını bilmez ya da bu memnuniyet ifadesinin yaptığı işle ilişkisini kuramaz. Bu nedenle sosyal pekiştireçler çok etkili olmaz, bu ilişkiyi kurabilmesi için bir süre sosyal pekiştireçleri somut “sevdiği yiyecek, oyuncak gibi” pekiştireçlerle birlikte kullanmak, zamanla somut olanları azaltıp sosyal ödülleri arttırmak gerekmektedir.

TEACCH yaklaşımı bu tekniklerden tamamen vazgeçilmesini önermez, ancak bunlara ek olarak farklı teknik ve stratejilerden de yararlanılması gerektiğini savunur.

Bu programın yapılandırılmış öğretim yöntemini temel almasının nedeni, pek çok çalışmada (Locyer & Rutter, 1969; Rutter, Greenfeld & Locker, 1967; Schopler, Mesibov, DeVellis & Short, 1981; Akt. Mesibov ve Schopler, 1994), görsel olarak yapılandırılmış öğretim programlarının kullanılmasının otistik bireylerin gelişimsel alandaki becerilerinin arttırılması ve davranışsal problemlerinin azaltılmasında yararlı olduğunun gözlemlenmiş olmasıdır.

TEACCH Programı ve Yapılandırılmış Eğitim

TEACCH programı, görsel olarak yapılandırılmış öğretim tekniklerini kullanarak fiziksel çevreyi, günlük programları, bireysel çalışma sistemlerini her yaş ve işlevsellik düzeyindeki birey için anlaşılır hale getirmeyi amaçlamaktadır.

Fiziksel Ortamın Yapılandırılması

Çalışılan mekanın düzenlenmesi önemlidir. Belirli aktiviteleri nerede yapacağı açık olarak belirlenmelidir. Çocuk bireysel olarak çalışacağı alanı, oyun alanını arkadaşları ile çalışacağı alanı, NE öğreneceğini, NEREDE öğreneceğini bilmelidir. Böyle bir düzenleme kendinden ne beklendiğini ve neyi nerede yapacağını daha kolay anlamasını sağlayacağı için belirsizlikten kaynaklanan anksiyetesini azaltacaktır. Çalışmadan sonra oyun alanına gidiyorsa çalışma ile oyun arasındaki ilişkiyi daha iyi anlayabilecektir.

Eğitim ortamında dikkati dağıtacak unsurların bloke edilmesi önemlidir. Dışarıdan gelecek ses, ışık, görüntü gibi dikkat dağıtıcıların bloke edilmesi, duvarlarda minimal görsel uyaran bulunması dikkatin dağılmasını en aza indireceği için önemlidir.

Çalışma alanlarının seçimi önemlidir. Pencere, ayna veya malzeme dolabının önü gibi dikkat dağıtıcı yerlerde çalışmak, dikkati çabuk dağılan bir çocuk için uygun değildir. Boş bir duvara dönük minimum uyaran olan bir yer/masa, sık sık dışarı çıkmak isteyen bir çocuk için ise kapıdan uzak bir nokta çalışma için başlangıçta daha uygun olacaktır.

Sınırlar ve öğrencinin gereksinimlerine uygun düzenlemelerin yapılması önemlidir. Çalışma alanı, özel aktivite alanları belirlendikten sonra seperasyonlar, mobilyalar ya da tabanın bantlarla ayrılması gibi düzenlemelerle çalışma alanı görsel olarak ayrılabilir olmalıdır. Materyaller düzenlenirken her öğrencinin gereksinimi dikkate alınmalıdır. Dikkati çabuk dağılan bir çocuk için materyallerin sırayla almasını sağlayacak şekilde kutular/sepetler içinde rafta dizili olması uygun olabilir. Her çocuk için gerekli olan fiziksel çevre yapılandırma miktarı belirlenmelidir. Çocuk bağımsız çalışmayı geliştirdikçe fiziksel yapılandırma miktarı azaltılmalıdır.

Yapılandırılmış Programlar/ Program Listeleri

Yapılandırılmış programlar her çocuğun o gün boyunca önce ne yapacağını sonra ne yapacağını ve çalıştıktan sonra kendisini neyin beklediğini gösterir. Yapılandırılmış programlar, her öğrencinin düzeyine uygun olarak resim, çizimler, yazılar gibi görsel materyaller kullanılarak yapılabilir. Yapılandırılmış programlar, yapacağı işin sırasını takip etmekte zorlanan çocuğa, yapacağı işin sırasını hatırlatır, alıcı dili yetersiz olan bir çocuğun, sözel yönergeleri anlamasını sağlar, sıralı işitsel belleği zayıf olan çocuğa yapacağı işlerin sırasını gösterir, dikkati sık sık dağılan çocuğa, sık sık programına bakma ve dikkatini toplama olanağı verir, sevdiği etkinliklerin programında olması, yapması gerekenleri biran önce yapması için motivasyonun arttırır, bilinmezliği ortadan kaldırdığı için, bilinmezliğin yarattığı anksiyeteyi azaltır.

TEACCH uygulanan sınıflarda, genel sınıf programları ve her çocuğun bireysel programı olmak üzere iki tip program vardır. Çocukların bilişsel kapasitesine göre gerçek nesneler, fotoğraflar gibi daha açık görsel yardımcılardan yazılara kadar her türlü görsel materyal grup ve bireysel programda olabilir. Çocuğun düzeyine göre etkinlik sayısı, oyun şeklindeki bir çalışmadan, iki, üç, dört…daha çok sayıda çalışmaya doğru arttırılır.









Bireysel Çalışma Sistemleri

Program listeleri çocuğa bir gün boyunca yapacağı çalışmaların sırasını gösterirken, bireysel çalışma sistemleri çocuğun bağımsız çalışma alanında yapacağı işleri gösterir. Bireysel çalışma sistemleri, çocuğa, hangi işi yapması gerektiğini, yapılacak işin miktarını, bitirdiklerini nasıl bileceklerini ve işi tamamladıktan sonra ne olacağını bilmelerini sağlar. Yüksek işlevli bir çocuğa yazılı olarak verilebilecek çalışma sırası, daha ağır çocuklar için resimler gibi daha açık görsel malzemelerle hazırlanabilir, materyaller aynı resimlerin olduğu kutular içinde ve sırasıyla alacağı şekilde raflara yerleştirilebilir. En sonunda ödülün belirtilmiş olması önemlidir. Her çalışmadan sonra materyali içine koyacağı bitti kutusuna koymak ve “bitti” diyerek sözel olarak vurgulamak otistik bir çocuk için işin ne zaman ve nasıl bitirileceğini anlaması açısından önemlidir.

Görsel Yapılandırmalar

Otistik çocukların en önemli zorluklarından biri iletişim kurma ile ilgilidir. Görsel açıklık-anlaşılabilirlik, görsel organizasyon, görsel yönergeler gibi yollarla elde edilen görsel yapılandırma ile sunulan işlerde daha iyi performans gösterdikleri gözlemlenmektedir.

Görsel açıklık, boyanacak şeklin kenarına ip yapıştırmak gibi dikkatini çekmek istediğimiz durumu abartılı daha kolay algılanabilecek şekilde ortaya koymak daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.





















Görsel organizasyon, materyallerin masanın üstünde yan yana durması, uyaranları kontrol ve organize etmekte zorlanan bir otistik için kafa karıştırıcıdır. Materyalleri kutu/ sepet gibi ayrı ayrı kaplarda getirmek, boyayacağı kağıdı bölümlere ayırarak daha küçük ve kontrol edilebilir kılmak, karmaşık gelen çalışmaları daha anlaşılır kılacaktır.

Görsel yönergeler, sözel yönergeler yerine yazı, resim gibi görsel yönergeler gün boyu kimseye bağlı olmadan çalışmayı, yaşamayı öğrenmesini sağlayacaktır. Böylelikle yetişkinlikte bağımsız yaşam ve çalışma becerisine kavuşmuş olacaklardır.

Rutinler

Otistik çocuk hemen hemen her işle ilgili bir rutin geliştirir. Otistik çocukların rutin oluşturma özelliğinden yararlanmak, ancak daha esnek ve üretken kullanmak önemlidir. Bunun için eğitimcinin yeni bir beceri öğretirken oluşturduğu rutini detayları değiştirerek yavaş yavaş esnetmesi, ancak ana yapıyı değiştirmeden koruması çocuğun değişikliklerden rahatsızlık duymadan, detaylara takılmadan ana yapıya odaklanmasını sağlamaktadır.

TEACCH programı sözel yönergeleri kullanırken çocuğun alıcı dil düzeyini dikkate alır, uzun sözel ifadelerin çocuğun kafasını karıştırdığını bilerek olabildiğince minimum bir dil kullanır. Şakalar, metaforlar, mecazi anlamı olan kelimeler gibi otistik çocukların anlamakta zorlandığı kelimelerden olabildiğince kaçınılmalıdır.

Bir işin tamamlanması, başarılması yeniden yapmak için önemli bir motivasyon kaynağıdır. Çocuklara çalışma sırasında yanlış yapmadan gerektikçe yardım verilmelidir. Yardımlar çocuğun gereksinimine göre fiziksel yardım, model olma veya sözel ipuçları, jestler olabilir. Çocuk öğrendikçe yardımlar azaltılmalıdır.

17 Ekim 2012 Çarşamba

Klorofil İçeren Bitkilerle Şelasyon

KLOROFİL İÇEREN BİTKİLERLE ŞELASYON

Kimyasal toksin ve ağır metallerin vücuttan uzaklaştırılmasında klorofilden zengin gıdaların önemi büyüktür. Yeşil sebzelerin ortalama klorofil içeriği % 0.5’den daha azdır. Yosunlar ve çimler (klorella, spirulina, mavi-yeşil alg, deniz börülcesi, buğday çimi, arpa çimi) ise daha fazla klorofile sahiptirler. Yeşil algler içinde en yüksek (%3-5) klorofil içeren bitkiler klorella ve spirulinadır. Bu yosunların %20’sini fibröz (telsi) kabuk, %80’ini ise iç kısım oluşturur.

Toksinler ve ağır metallerin çoğu kandan bağırsağa atılır. Atılan bu zararlı maddelerin bir kısmı dışkı ile boşaltılırken geri kalan kısmı tekrar emilerek kana geçer. Klorella ve spirulinanın fibröz (telsi) kabuk kısmındaki mukopolisakkaritler ağır metalleri, böcekkıranları (pestisid), DDT, hidrokarbon ve polikarbonları tutarak vücutta birikimini önler. Burada bulunan klorofil içeriği zengin otlar ve yosunlar toksinlerin tekrar emilmesini engellerler.

Klorella veya spirulina gibi yosunlar Japonların yosun yemekleri (suşi) gibi çok sağlıklıdır. Çok miktarda vitamin, mineral, amino asit ve diğer besin maddelerini içerirler. Klorella ve spirullinada insan vücudu için gerekli nerdeyse bütün maddeler bulunur.

Klorellada bulunan maddeler

Yüksek miktar (%58) ve kalitede protein: Bütün amino asitleri içerir.

Bütün B kompleks vitaminleri (B12 dahil).

C vitamini

E vitamini

Beta-karoten.

Makromineraller: Kalsiyum, magnezyum, potasyum.

Mikromineraller: Çinko, selenyum, demir

Omega-3 yağ asitleri: GLA.

Mukopolisakkaritler

Nukleik asitler (RNA & DNA): %13

Klorofil

Klorella büyüme faktörü: %18

Klorella veya spirulinanın diğer özellikleri

Klorella veya spirulina demir boşaltımını artırmaz. Tam tersine demir içerdikleri için kan demir düzeyini artırır.

Klorella veya spirulina birkaç gün içinde ağız kokusunu giderir; pis dışkı kokusunu da giderir.

Klorella veya spirulina klorofilaz ve pepsin gibi sindirim enzimlerini ihtiva eder.

DMSA’dan farklı olarak klorella bağırsakta veya spirulina mantarların üremesini artırmaz. Tam tersine bağırsakta bulanan probiyotiklerin (laktobasiluslar) normalin 4 kat daha fazla üremesini sağlar.

Klorella ya da spirulina alan kişilerde ilk günlerde gaz, kramp, kabızlık ve ishal gibi bağırsak hareketlerinin artış belirtileri görülebilir.

Klorella büyüme faktörünün yaşlanmayı önleyici bir etkisi vardır.

Klorella Büyüme Faktörü (KBF) bağışıklık sistemini güçlendirir, kansere karşı etkilidir.

KBF ve klorellanın içerdiği yüksek miktarlardaki DNA ve RNA sinir ve diğer doku hücrelerinin tamirine yardımcı olur.

Klorella-Spirullina/Dozaj

Erişkin bir insan günde üç gram klorella veya spirulina idame dozu olarak yeterlidir.

5-7 gram daha etkili olacaktır.

Ağır metali olan erişkin kişilerde önerilen toplam doz günde en az 10 gramdır; 20 grama kadar çıkılabilir.

30 kg bir çocuk için 5 gram, 10 kg'lık bir çocuk için 3 gram uygun olur.

Spirulina ve klorella benzer özelliklere sahip olsalar da farklı özellikleri nedeni ile kombine edilmeleri daha iyi olabilecektir.

2 kısim spirullina/ bir kisım klorella alınması önerilmektedir.

Şelasyon Tedavisi


Şelasyon cıva, kurşun, arsenik ve benzeri toksik ağır metallerin bazı ilaçlara bağlanarak vücuttan atılmasının (temizlenmesinin) sağlanmasıdır.

Temel olarak dört ilaç kullanılmaktadır:

DMSA (Di-Mercapto-Succinic Acid) en çok tercih edilen şelasyon ajanıdır.

DMPS (Di-Mercapto-Propane-Sulfonate) sık kullanılan diğer ajandır.

DMSA’nın geniş bir yelpazedeki zehirli metalleri (kurşun, cıva, arsenik, kalay, kadmiyum, nikel, tungsten, uranyum antimon, platin vb) bağladığı ve vücuttan attığı ispat edilmiştir.

İkinci sırada tercih edilecek ajan ise DMPS olmalıdır.

Saptanan metallerin özelliğine göre EDTA ve ALA da ilk iki sıradaki ajanlarla dönüşümlü olarak kullanılabilir.

Şelasyon tedavisi hangi şartlarda yapılabilir?

Şelasyon her otistik çocuğa uygulanabilecek bir tedavi yöntemi olmadığı gibi, deneyimli ve yetkin olmayan kişilerce uygulandığında ciddi zararlar verebilir. Bu tedavi öncesinde bu tedaviye gerek olduğu mutlaka kanıtlanmalıdır.

Bu tedavi sadece ağır metallerden etkilenen ve bu tedavinin uygulanabileceği özelliklere sahip yani böbrek, karaciğer ve kemik iliği hastalığı olmayan ve tedavi öncesinde yapılacak testlerle mevcut mineral düzeyleri yeterli bulunan çocuklara önerilebilir.

Bir diğer önemli konu da şelasyon tedavisi öncesinde glutatyon seviyesini normal düzeye getirmektir.

Glutatyon’un toksik ağır metalleri bağlayarak vücuttan atılmalarını sağlamak gibi çok önemli bir role sahip olduğu unutulmamalıdır.

DMSA ile yapılan şelasyon tedavisi esnasında çinko boşaltımı hemen hemen iki kat artmaktadır.

Bu nedenle çinko seviyesi tedavi öncesi ve esnasında izlenmeli ve normal seviyeyi koruyabilmek için gerektiğinde çinko takviyesi yapılmalıdır.

DMSA demir, kalsiyum ve magnezyum boşaltımını etkilemez; bakır boşaltımını ise artırır.

Bakır, otistik çocuklarda genellikle fazladır, bu yüzden bu atılım faydalıdır ancak bakır seviyesi tedavi öncesi ve esnasında yine de takip edilmelidir. Çünkü bakır düşüklüğü de zararlı bir durumdur.

Şelasyon tedavisinde, özellikle küçük çocuklarda ve ağızdan tedaviyi reddeden olgularda tercih edilmesi gereken ilaç veriliş biçimi ciltten emilim yoluyla olmalıdır. (transdermal) Bu zaten en güvenli yoldur.

Oral (ağız yoluyla) DMSA, temini kolay ve ucuz olması nedeniyle sıklıkla ilk tercih edilen ajan olmaktadır. Karaciğer yetersizliği olan olgularda ise rektal (makat) yol diğer bir alternatiftir.

Tedavinin yavaş ve optimal dozlarda olması, ağır metallerle birlikte atılabilecek faydalı minerallerin takip edilerek zamanında yerine konulabilmesine olanak sağlayacaktır.

Hızlı yapılacak bir tedavide ise pek çok organdan ve aynı anda kana çok miktarda ağır metal karışacaktır. Bu durumda beynin attığından fazlasıyla karşılaşması söz konusu olabilecektir (reexposure). Damar yolu ile yapılan (IV) şelasyon tedavisi (EDTA, ALA) bu nedenle ön planda önerilmemektedir. Unutulmamalıdır ki şelasyon bir “maraton” dur ve bu tedavide kısa mesafe koşucusu gibi davranılmamalıdır.

Şelasyon tedavisi öncesinde vücudun çeşitli fonksiyonlar için gereksinimi olan elementlerin düzeyi araştırılmalıdır. Varsa eksikler yerine konulmalı ve tedaviye bundan sonra başlanmalıdır. Ayrıca tedavi süresince de çocuklara mineral ve vitamin desteği verilmelidir. Bağırsak sorunları olan çocuklarda DMSA kullanılmasının mantar enfeksiyonlarını azdırabilir.

Şelasyon tedavisinin olası yan etkilerinin saptanması ve alınması gereken önlemler

Nadir de olsa karaciğer, böbrek ve kemik iliği olumsuz etkilenebilmektedir. Tedavi süresince uygun aralıklarla mineral düzeylerinin yanı sıra ilgili tetkikler 2-3 ay gibi aralıklarla tekrarlanarak hastayı yakından takip etmek önemlidir.

DMSA temelde idrar yoluyla atıldığı için böbrek fonksiyonları kontrol (kan kreatini, kan üresi) edilmelidir.

Kemik iliği baskılanmasına yol açabilme olasılığına karşın kan bulgularını kontrol etmek gereklidir (tam kan sayımı).

Karaciğere zarar verebilme olasılığına karşın karaciğer fonksiyonlarını kontrol etmek (ALT, AST, GGT).

14 Ekim 2012 Pazar

Toksikolojik İncelemeler

OTİSTİK ÇOCUKLARDA TOKSİKOLOJİK İNCELEMELER

1988 yılında Edelson and Cantor 56 otistik çocuğu inceleyip, 56’sında da ağır metal yükü saptadılar. Araştırıcıların elde ettiği sonuçlara göre bu 56 çocuğun 55’inde karaciğer detoksifikasyon sisteminin iyi çalışmıyordu, 53’ünde de bir ya da daha fazla ağır metal dışı toksik kimyasal madde (ağır metal dışında) yükü vardı. Bu toksinlerin başlıcaları böcek ilaçları, tarım ilaçları, dezenfektan gazlar, antibiyotikler, deodoranlar ve çok sayıda aromatik ve alifatik solventlerdir.

Maalesef bu toksinlerin bazıları devamlı soluk alıp verdiğimiz evlerimizin havasında badanasında, halısında, mobilyasnda, elektronik eşyalarında, hatta pencerelerinde de mevcuttur. Bu toksinler başta çocuklar olmak üzere bütün ev halkının davranış, algılama, bilişim ve motor fonksiyonlarında değişik şiddetlerde bozukluklara neden olmaktadır. Yaş ne kadar küçük ve beyin ne kadar az olgun ise zarar da o oranda artmaktadır.

İşin kötüsü bu toksinler kişinin detoksifikasyon yeteneği ile ilişkili olarak çok düşük düzeylerde bile etkili olabilmektedir. Yani genetik olarak detoksifikasyon yeteneği iyi olmayan kişiler çok düşük düzeyde toksinlerden bile etkilenebilmektedir. Detoksifikasyon reaksiyonları iyi çalışan ve yeterli doğal gıda alanlar ise toksinlerden fazla etkilenmemektedirler.

Ayrıca bu toksinler vücudumuzdaki diğer reaksiyonları katalizleyen enzimler gibi detoksifikasyon işlemini hızlandıran enzimlerin fonksiyonlarını da bozarak sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Rafine ve doğal olmayan gıdaların vitamin ve minerallerden fakir olması zaten yavaşlamış olan detoksifikasyon reaksiyonlarını daha da tembelleştirmektedir.

Otizmin Tarihçesi

Otizm teriminin, ne zaman ortaya çıktığı, ne zaman araştırılmaya başlandığı, tam olarak belli değildir. Tarih boyunca otizmin varlığını düşündüren birtakım bulgular ve belgelere rastlanmaktadır. Özellikle çıkış kaynakları yüzyıllar öncesine dayanan bazı belge, efsane, masal ve hikâyede söz edilen bazı kişilerin davranış şekilleri otizmle çok benzeşmektedir.

Aslında otizm şizofrenik hastaların dış dünyayla olan ilişkilerini zamanla kaybetmelerini (içine kapanma) anlatmak için kullanılan ve yetişkin psikiyatrisi jargonundan alınma bir terimdir. Bu günkü anlamı ile algılanan otizm terimi ilk kez Amerika’lı psikiyatrist Leo Kanner tarafından 1943 yılında tanımlandı ve Kanner 11 çocukta gördüğü yaygın davranış bozukluklarını tanımlayarak bu tabloya “erken çocukluk otizmi” adını verdi.

1944 yılında Avusturya’lı psikiyatrist Hans Asperger de daha büyük yaştaki çocuk ve ergen bir grup çocukta gördüğü bazı davranış bozukluklarını “Otistik Psikopati” olarak adlandırdı. Kanner ve Asperger her ikisi de kendi sendromlarının birbirinde farklı olduğunu ileri sürmüşlerse de günümüzde bu tanımladıkları hastalık tablolarının büyük ölçüde birbirleriyle örtüşmekte olduğu kabul edilmektedir. Gerçekten de otistik birçok çocuk her iki klinik tabloya ait özelliklerin bir karışımına sahiptir.

Kanner genetik faktörlerin otizmde rol oynadığını düşünse de otizm tablosunu daha çok psikoanalitik teorilerle açıklamaya çalışmıştır. Kanner’e göre bu çocuklarda gözlenen hastalık tablosu soğuk, ilgisiz, kayıtsız ve katı, çocuklarına bir makineyle ilgilenen görevliler gibi davranan mükemmelliyetçi ve disiplin düşkünü (buzdolabı) anne-babalardan kaynaklanmaktadır. Kanner gördüğü çocukların anne-babalarının hemen hemen hepsinin meslek sahibi üniversite mezunlarından oluştuğunu ifade ediyordu. Bu çocukların potansiyel olarak normal ve iyi bir zekaya sahip olduklarını ama sevgi göstermeyen ebeveynleri yüzünden duygusal bakımdan hasarlı olduklarını düşünüyor ve beyinde fiziksel bir patoloji olmadığına kuvvetli bir biçimde inanıyordu.

Kanner’in fikirleri maalesef hekimleri çok etkilemiştir. Bunun doğal uzantısı olarak çocuklarını kurtarma çabasında ebeveynler de mevcut fikirlerden fazlasıyla etkilemiştir. Bu yüzden birçok ebeveyn psikoanaliz seanslarına girmiş, ama sonuç elde edememişlerdir. Buna rağmen ana akım tıbbi kanaat önderleri, başarısızlıklarını kabul etmekte çok gecikmişlerdir. Bu yüzden birçok ebeveyn suçluluk duygusundan bunalmış, Dünyaları zindan olmuş ya da birbirlerini suçlayıp ve boşanmışlardır.

Günümüzde ise otistik çocukların ebeveynlerinin çoğunun Kanner’in dediği gibi üniversite mezunu olmadığını biliyoruz. Bu yanıltıcı durumun ekonomik düzeyi düşük ailelerin çocuklarını daha az hekime götürmelerine bağlı olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca nerdeyse otistik çocuk sahibi olan ebeveynlerin hiç birinin çocuklarına buzdolabı gibi davranmadıklarını, hatta sağlam çocuklarından daha fazla ilgi ve şefkat gösterdiğini de biliyoruz.

Kanner’in bu yanıltıcı ve insafsız yargılara nasıl vardığını anlamak çok güçtür. Belki de Kanner’e gelen hasta grubu daha çok eğitimli ve sosyoekonomik durumu iyi olan kesimden geliyordu. Ayrıca eğitimli kesimin çocuklarının kırklı yıllarda, eğitimsiz kesimlere çok daha fazla rafine gıda tüketmeleri ve modernite nedeni ile kentsel yöre çocuklarının daha fazla toksik maddeye maruz kalması Kanner’in sorunu yanlış algılamasına neden olmuştu.

60’lı yıllara gelince psikoanalitik yaklaşıma karşı çıkan aileler bir araya gelerek aile dernekleri kurmaya başladılar. Bu kurumlar yaygınlaştı ve otizm hakkındaki düşüncelerin değişmesinde, ailelerin ve çocukların ihtiyaçlarının belirlenmesinde önemli bir rol oynadı.

Bilim adamları da artık uzun süre geçerliliğini koruyan otizme "buzdolabı anneler"in yol açtığı şeklindeki psikoanalitik bilimsel(!) inançtan büyük ölçüde vazgeçmeye ve genetik teoriyi ileri sürmeye başladılar.

Gerçekten de otizmim tek yumurta ikizlerinden birinde varken diğer eşinde olma olasılığı %60-80 gibi yüksek bir oranda olması, ayrı yumurta ikizlerinde ve ikiz olmayan kardeşlerde de oranın %2-6 gibi normal popülasyondan (%0.6) daha sık görülmesi genetik etyolojiyi destekleyen bulgular gibi görünmektedir.Fakat otizmim tek yumurta ikizlerinin her ikisinde görülme oranının niye %100 değildi, ya da görülse bile eşlerden birinde daha ağır diğerinde hafif şiddette ortaya çıkıyordu? Sonra akraba evliliklerinde bir artış olmadıkça genetik hastalıkların (örneğin hemofili, talasemi) sıklığında da bir artış olmazdı. Bu nasıl bir genetik hastalıktı ki son yıllarda katlanarak artıyordu? Klasik nöropsikiatrlar da 50-60 yıl gibi oldukça kısa zaman dilim aralığında genetik bir hastalığın sıklığının bu kadar artmaması gerektiğini tabii ki bilmektedirler. Ama onların birçoğu otizm sıklığının yıllar içinde artmadığını sadece tanı kriterlerinin değiştiği ya da hekimler ve aileler bu konunun üzerine çok düştüğü için otistik çocuk sayısının artmış gibi göründüğünü iddia etmektedirler. Acaba bu ne kadar doğrudur? 1950 yılında hekimliğe başlayan William Crook isimli bir doktor hastalık tablosunu hakkında yeterli bilgisi olmasına rağmen ilk otizm tanısını 24 yıl sonra 1973’te koymuştur. Daha sonra da tanı koyduğu hastaların sayısı hızla artmıştır. Bu durumu daha iyi aydınlatmak için Mark R Blaxill isimli bir bilim adamı 1960-2004 yılları arasında yapılan elliden fazla otizm sıklık çalışmasının meta analizini yapmıştır. Bu analize göre otizmdeki artışta tanı kriterlerinin değişmesinin fazla bir payının olmadığını kanıtlamıştır. Blaxill’in yaptığı çok ayrıntılı incelemeye göre yetmişli yıllarda ABD’de 3/10,000’in altında olan otizm sıklığı, doksanlı yıllarda 30/100,000’in üzerine çıkmıştır; yani 20 yıllık zaman diliminde en az on kat artmıştır. Otizm spektrumu tümü ile dikkate alındığında aynı zaman diliminde 5-10/10,000 olan sıklık 50-80/10,000’e yükselmiştir. Britanya’da ise seksenli yıllarda 10/10,000’in altında olan otizm sıklığı, doksanlı yıllarda 30/100,000’in üzerine çıkmıştır. 2002 yılında California’da yapılan bir çalışmada ise otizm sıklığı 1/166 (60/10,000) olarak bulunmuştur. Biard ve arkadaşların Britanya’nın bazı bölgelerinde yapılan ve ünlü Lancet dergisinde 2006 yılında yayınlanan bir çalışmasında ise 1/86 (60/10,000) gibi çok daha yüksek bir oran saptanmıştır.

Ülkemizde detaylı bir toplum araştırması yoktur, fakat bizdeki sıklığın da 40-60/10,000 dolaylarında olduğu sanılmaktadır.

1987’den 1998’e kadar olan 10 yıllık zaman diliminde California’da otizm nedeni ile tedavi gören çocuk sayısı 2.7 kez artmıştır. 1991’den 1997 yılları arasındaki artış ise 5.6 kattır.

Bütün bu araştırmalar otizmin muazzam bir şekilde arttığını ve bu durumun temel olarak sadece genetik nedenli olmayacağını, çevresel faktörlerin otizm tablosunun oluşumunda çok daha önemli rollerinin olduğunu kuvvetle düşündürmektedir.

Nitekim 80 yıllardan itibaren çevresel zararlı maddelerin otizm üzerine olan etkileri daha iyi anlaşılmaya başlandı. Bu bağlamda biyomedikal tedavileri hakkında yüzlerce araştırma yayınlandı. Bu araştırmalara göre otizmin genetik alt yapısı olan, enfeksiyonlar, toksik kimyasallar, hipoksemi ve gıdalardaki protein ve peptitlerle tetiklenen ve yaygın gelişimsel bozukluğa yol açan nöroimmün bir klinik tablo olduğu anlaşılmaya başlandı.

Sidney M. Baker adlı araştırıcı 1950’lerden günümüze otizmdeki patlamadan aşağıdaki faktörleri sorumlu tutmuştur.

1. Antibiyotik kullanılmasının artması

2. Ağır metal içeren aşıların ve çoklu virus aşılarının (Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak-MMR gibi) kullanılmasındaki artış.

3. Ekilebilir toprakların fakirleşerek sebze ve meyvelerdeki vitamin ve mineral içeriğinin düşmesi.

4. Omega-3 tüketiminin azalması

5. Ağır metal, ilaç ve toksinlere fazla maruz kalınılması.

Otizmin artması antibiyotik kullanılmaya başladıktan sonraki zamanla çakışmaktadır. 1950 yılında ABD’de 200 ton olan antibiyotik tüketimi 1990’da 20000 tona çıkmış, yani yaklaşık 100 kat artmıştır.

12 Ekim 2012 Cuma

Otizle İlgili Çalışmalar

Stanford Üniversitesi Dergisi Ocak-Şubat 2011 Sayısı Otizm Makalesi
Otizm heterojen bir hastalıktır. Otizm başlığı altında toplanan çoçukların hepsi aynı kefeye konamaz. Otizmin subgrupları tanımlanmalı, buna göre genler, moleküler yolaklar beyinde ve kanda bu yolakların etkileri araştırmalıdır. Şu ana kadar olan bilgiler bunun nöronlar arası bağlantılardan kaynaklanan bir bozukluk olduğu yolundadır. Hepimizin kromozomlarında çok hafif bozukluklar vardır. Küçük DNA parçaçıkları ya silinmiş ya da çoğalmış eğer bu DNA parçaçıkları gen ihtiva ediyorsa; standart 2 gen yerine aynı genden 1 ve 3 tane oluyor. Mesela otizmli bireylerin %1-2 sinde 16 kromozomun 25 gen ihtiva eden bölgesinde bu tür silinme veya duplikasyonlar saptanmış.
Halen otistik bireylerin deri hücreleri çok amaçlı kullanılarak kök hücrelere sonra nöral tüp deneme embiyonik beyin hücrelerine dönüştürülüyor. Böylece yapay otizm beyinleri oluşturularak bu beyinlerin sırrı çözülmeye çalışılıyor. Bu ilk denemelerde bu hücrelerde yakın mesafe bağlantılarının çok fazla, uzak mesafe bağlantılarının ise çok az olduğu görüldü.
Bu da çocukların tek bir alanda çok başarılı olabildikleri halde farklı konulardaki bilgileri birleştirmede neden zorlandıklarını açıklayabilir. Bu arada bazı çevresel faktörlerin de ( bu konuda rivayeti muhtelif; ağır metallerden, fazla tv seyretmeye kadar değişiyor.) beyin hücrelerinde ( nöronlarda) bu genetik değişikleri tetikleyeceği düşünülüyor.
Başka bir araştırıcı da hücreler arası bağlantıyı sağlayan proteinlerin üzerinde çalışıyor. Bu bağlantı proteinlerinde (sinaps proteinleri) genetik değişikliklerin oluştuğunu gösteren çalışmalar da var. Bunlardan nöroliğin denilen proteinde oluşan gen değişikliği yapıldığı zaman farelerde otistik davranışların ortaya çıktığı görülmüş. ( Diğer farelerle ilişki kuramamış ama bazı oyunları daha kolay öğrenmişler, tekrarlayıcı hareketler yapmışlar.)
Örneğin otizmli bireylerin yaklaşık % 10’unu oluşturan “Fragil X” Sendromu denilen hastalıkta bu sinaps (bağlantı) proteinlerine etki eden ilaçlarla davranışsal problemlerde kısa süreli düzeltmeler olduğunun gösteren ön çalışmalar vardır.
Ayrıca beyin görüntüleme yöntemleri ile de ( MR) gibi bu çocuklardaki problemlerin ne olduğunu anlamaya çalışan araştırmacı grupları vardır. ( Bu çocuklarda MR çekmenin tüm zorluklarına rağmen) Akson denilen sinir uçlarını inceleyen görüntüleme yöntemleri de (DTI) bu çocuklarda uzun mesafe bağlantısının bozuk olduğunu desteklemektedir.
Kısaca, otizm bütün uğraşılara rağmen halen gizemini korumaktadır. Biyolojik bir açıklama yapılmadan tedavi geliştirilmesi beklenmemelidir.

11 Ekim 2012 Perşembe

Ailelerinin Yaşadığı Duygular

Otistik Çocukların Ailelerinin Yaşadıkları Duygular

Ailelelerin farklı özellikleri olan çocukları olduğunu ilk öğrendiklerinde yaşadıkları duygular çok karmaşık duygulardır.Her ailenin kendine özgülüğünden ,farklı kişilik özellikleri ve sosyal destek örüntüleri olduğundan yola çıkılarak ailelerin yaşadıklarının da benzerlikler hem de farklılıklar gösterdiği düşünülebilir.

Ailelerin tepkilerini açıklayan çeşitli modeller vardır.Bunlardan en bilineni "Aşama Modeli" olarak belirtilen ve ailelerin çeşitli aşmalardan geçerek kabul ve uyum aşamasına geldiğini varsayan modeldir.

Aşama Modeli

Aşama modeli genellikle üç ana başlık altında toplanmaktadır.

A_Birincil Tepkiler:

* Şok: Çocuğunun otistik olduğunu öğrenen ailelerde sıklıkla gözlenen tepkilerden ilkidir.Genellikle bu durum;ağlama,tepkisiz kalma ve kendini çaresiz hissetme şeklinde ortaya konmaktadır.

* Reddetme: Bazı anne babalar çocuklarının otistik olduğunu kabul etmeme davranışı gösterebilirler.Bu davranış çoklukla insana özgü,doğal bir davranış olarak algılandığından ,kolayca gözardı edilebilmektedir.Oysa bir savunma mekanizması olan reddetme,bilinmeyene karşı duyulan korkudan kaynaklanmaktadır.Çocuğun gelecekte yapabileceklerine yönelik duyulan endişeler,tedirginlikler,yüklenilmesi gereken sorumluluklar,"çocuğumuzun hali ne olacak?" sorusuna yetersiz kalan açıklamalar reddetme davranışının görülmesine neden olmaktadır.Bu davranışın düzeltilmesi çok zaman almakla birlikte,bireyin içinde bulunduğu durumu değerlendirebilmesi için de öncelikle kendisinin hazır olması gerekmektedir.

* Acı Çekme ve Depresyon: Genellikle anne-babalar otistik bir çocuğa sahip olmaları nedeniyle hayal kırıklığına uğrarlar.Çoğunlukla anne-babalar için engel,hayallerinde yaşattıkları ideal çocuğun yok olmasının sembolü olabilmektedir.Böyle bir durumda duyulan acı ,gerçekten çok sevilen birinin kaybedilmesi karşısındaki duyulan acıya eşittir.Oysa,acı çekme de diğer duygular gibi son derece normal ve yaşanılması gereken bir duygudur.Bu duygunun yaşanılması ile ,anne babaların yıkılan hayallerinin o andaki gerçeklerin kabul edilmesiyle yeniden düzelebilmesi mümkün olacaktır.Diğer bir deyişle;acı çekme,gerçeğin kabul edilmesini kolaylaştıran bir duygu olarak görülmektedir.Ancak henüz acı çekmenin ya da depresyonun ne zaman tam olarak sonlanacağı da bilinmemektedir.Bazı ailelerde etkisi çok kısa sürebildiği halde,bazı aileleri yaşam boyunca etkileyebilmektedir.Depresyon ise;genellikle acı çekme süreci sonunda ortaya çıkmaktadır.Sıklıkla da kişinin kendine ya da çevresindeki kişilere yönelmesi şeklinde gözlenmektedir.Çoğunlukla anne-babalar yüklendikleri sorumluluklar karşısında her şeye güçlerinin yetmeyeceği inancı ile depresyona girmektedirler.Hatta zaman zaman kendilerine kızdıkları,zayıflıklarından ya da yetersizliklerinden şikayet ederek öfkelendikleri de görülebilmektedir.Bu duyguları yoğun olarak yaşamak onları depresyona sürüklemektedir.Acı çekme ve depresyon sonucu ailelerde "geri çekilm" ya da "sosyal etkileşimden kaçınma" davranışları gözlemlenebilmektedir.Bu tip davranışlar ,ailelerin kendilerini duygusal olarak çevreden uzaklaştırmak üzere geliştirdikleri davranışlardır.

B_İkincil Tepkiler:

* Suçluluk Duyma: Her ailede yoğun olarak gözlenen tepkilerden biridir.Suçluluk duyma;genellikle tek başına ortaya çıkmakta,acı çekmeyle birlikte gözlenmektedir.Anne babaların çocuklarındaki engele kendilerinin neden olduklarını düşünmelerinden ya da bazı hatalı davranışları sonucunda tanrı tarafından cezalandırılmış olabileceklerine inanmalarından kaynaklanabilmektedir.

* Karasızlık: Otistik bir çocuk sahibi olmak,ailelerin çocukları ile olan deneyimlerini geliştirmelerini ve sevgi ihtiyacını karşılamalarını gerektirmektedir.Bazı anne babalarda duruma hemen uyum sağlama gözlenirken,bazılarında bu süreç uzun olmaktadır.Bazı ailelerin içinde bulundukları durumu kabullenip kabullenmemmelrinde görülen kararsızlık davranışı ,aile bireylerinin birbirlerini suçlamalarından ya da ihmal etmelerinden kaynaklanabilmektedir.

* Kızgınlık Duyma: Kızgınlık duyma,genellikle anne babalaın kabullenme sürecine geçmelerini engelleyici bir tepki olarak kabul edilmektedir.Sıklıkla iki şekilde ortaya konmaktadırBirincisi:genel olarak kabul edilen bir şeklidir ve "neden ben?"sorusu ile ifade edilmektedir.ikincisi ise:kızgınlığın dğer kişilere yöneltilmesi,kaynaktan çok kaynağın yerinin önemsenmesidir.Doktorlar genellikle çocuktaki engeli tanımlamaları,bu aberi onlara vermeleri nedeniyle anne babaların kızgınlık duydukları ilk kişiler olmaktadırlar.Aynı şekilde eğitimciler ve terapistler de kızgınlık duyulan kişiler olabilmektedir.Bazı anne babalar kendi yaşantılarında çok önemli değişikliklere neden olduğundan çocuklarına kızgınlık duyabilmektedirler.

* Utanma-Mahcup Olma: Her anne baba kendi çocuğunun başarılı olmasını arzu eder ve bundan da son derece gurur duyar.Oysa engelli çocuğun anne babası ,çocuğuna karşı toplum içindeki diğer bireylerin geliştirdikleri acıma ya da reddetme gibi olumsuz duygu ve düşünceleri zamanla hoş görebilmeyi öğrenmelidir.Genellikle aileler,çocuklarının çevre tarafından alay konusu olacağını ya da engelli olarak damgalanacağı endişesi karşısında utanma duygusu geliştirebilmektedirler.

Çocuğun toplum içindeki etkinliği;anne ve babanın kendine ait rollerini,görev ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirebilmeleriyle yakından ilişkilidir.Bazı anne babalar da çocuğun değişik davranışlarına bağlı olarak çok fazla utanma duygusu geliştirebilmektedir.Sıklıkla da sosyal yönden çocuklarının çevre tarafından kabul edilmeyeceği düşüncesi ile eve kapanmayı tercih etmektedirler.Anne babalar genellikle çocuklarıyla tanındıklarından;çocuktaki engel kolaylıkla anne babanın da engeli olduğu şeklinde yorumlanabilmektedir.

C_Üçüncül Tepkiler:

* Pazarlık Etme Davranışı: Pazarlık etme ya da karşılıklı ortak amaçlar doğrultusunda anlaşmaya varma gibi davranışların görüldüğü bu dönem;ailelerin kabullenme sürecine doğru ulaştıklarını gösteren aşamalardan biridir.Ailelerin genellikle bu davranışlar;çocuğun eğitileileceğini ,normal yaşıtları gibi olabileceğini vurgulayan kişilere,bilimsel görüşlere ya da tanrıya olan inançlarına bağlı olarak geiştirdikleri belirtilmektedir.Ancak son derece kişisel olan bu davranışlar her ailede görülmeyebilirler.Bu davranışları gösteren kişiler sıklıkla "eğer çocuğuma bir çare bulursan sana hayatımı sonuna kadar adarım"inancını taşımaktadırlar.Çocuğun derdine çare bulunması,ailelerde son girişim olarak ele alınmaktadır.

* Uyum Sağlama ve Her Şeye Yeniden Başlama: Uyum sağlama sürecine doğru gösterilen ilerleme,belirli bir zamanın geçmesini ,kaygıların ve duygusal tepkilerin azalmış olmasını gerektirmektedir.Anne ve babaların durumlarından ötürü herhangi bir rahatsızlık ya da tedirginlik hissetmeyecek hale gelmeleri,kendi kendilerine yeterli olabileceklerini ve çocuklarıyla daha olumlu ilişkiler kurabileceklerini farketmeleri,onların bu süreceulaştıklarının bir belirtisi olabilmektedir.Ancak bu dönem içinde,eşlerin birbirlerine destek olmaları ,aynı duygu ve düşünceleri paylaşabilmeleri önemlidir.Aile bireylerinin aynı tavır,tutum ya da düşüncede birleşmeleri,evlilik birlikteliğini sağlamlaştırıcı etkenler arasındadır.Aralarında birlikve beraberlik olmayan ailelerde çok daha kolay çözülmeler olabilmektedir.

Aşama modeliden sonra diğer modele bakarsak;

-Sürekli Üzüntü Modeli:

Bu yaklaşıma göre;aileler gerek aile gerekse iç yaşantıları ,çocuğun farklılığı ,gerekse toplumsal tepkilere bağlı olarak sürekli bir üzüntü ve kaygı içindedirler.Bu doğal bir süreç olarak algılanmakta ve patolojik olarak düşünülmemektedir.Çocuğun farklılığının kabulü ve bu üzüntü bir arada yaşanabilir ve ailenin uyum süreci böylece gelişir.Çocuğunun durumuna üzülen bir anne ya da baba,aynı zamanda çok çabalayan ve çocuğunun gelişimi için uğraşan bir anne ya da baba da olabilir.

-Kişisel Yapılanma Modeli:

Bu model,duygulardan çok bilişi temel alır.Ailelerin farklı tepkilerini bu duruma getirdikleri farklı yorumlara,farklı algılara bağlamaktadır.Diğer bir deyişle,anne babaların kendilerine ve çocuklarına ilişkin geçmiş deneyimleri ,beklentileri ailelerin tepkilerini belirlemektedir.Aileler hamilelik dönemi boyunca ve içinde yaşadıklar çevrenin de değer yargılarına bağlı olarak,gelecek yaşantılarına,çocuklarının geleceğine ilişkin bilişsel yapılar oluştururlar.Farklı özelliği olan bir çocuğun doğumu,bu oluşmuş yapılara uymadğı için aile yoğun bir kaygı yaşar;bu şok döneminin ardından aile tekrar bir yapılanma sürecine girer,kendilerine ve çocuklarına ilişkin farklı yapılar oluşturmaya başlar.

-Çaresizlik-Güçsüzlük-Anlamsızlık Modeli:

Farklı özellikleri olan bir çocuğun anne babada yarattığı duygular,yakın çevrenin tepkileriyle çok yakından ilişkilidir.Onların durumu olumsuzluk ve çaresizlik içinde algılanması anne babanın da benzer duygular içine girmesine ne den olmaktadır.Çaresizlik ve güçsüzlük,yeni bir bebeğin doğumunda tüm anne babalarca yaşanabilecek bir duygu olmakla birlikte ,yakın çevrenin farklı özellikleri olan bir bebeğe ,çocuğa karşı tepkileri anne babaların tepkilerinin ,duygularının şekillenmesine temel teşkil eder.

Aileye Öneriler

* Onu Kabullenin: Anne baba olmak zor bir görevdir.Bu zor görevde yapacağınız ilk iş çocuğunuzu kabullenmektir.Sizin çocuğunuz sebebi ne olursa olsun farklı bir çocuktur.Bunu kabullenme noktası anne baba için ne kadar zor olursa olsun ailenin mutluluğu ve çocuğun sağlıklı yaşaması için önemlidir.

* Erken Teşhis Önem Taşır: Zaman kaybedilmeden sağlık ve eğitim önlemlerinin alınması önem teşkil eder.

* Onu Kısıtlamayın: Çocuğunuzu sosyal-fiziksel ortamlardan ksıstlamayın,onu eve kapatmayın.Parka götürün,ev gezilerine götürün,birlikte sokağa çıkıp yürüyün,ona çevreyi tanıtın,anlatın.Sorularına cevap verin.Çevrenizdeki insanların bakışları ve soruları sizi kızdırmasın.

* Beklentilerinizi Gözden Geçirin: Çocuğunuzun özelliklerine göre beklentilerinizi belirleyin.

* Özgüvenini Destekleyin: Ondan yapamayacağı bir davranışı ya da beceriyi istemeyin.Onun sınırlarını zorlamanız ,aşırı yüklenmeniz kendine olan güvenini sarsabilir ve başarısızlık duygusuna kapılarak içine kapanmasına sebep olabilir.Tek başına bir iş yapması için sorumluluk verin.Başarı hissitin tatmaya ihtiyacı olduğunu unutmayın.

* Ona Tutarlı Davranın: Annenin ,çocuğun yapmasına izin vermediği bir davranışa baba da izin vermemelidir.Ayrıca söz verdiğiniz bir şeyi mutlaka yerine getirmelisiniz ve yapamayacağınız hiçbir şeye söz vermemelisiniz.Bu çocuğun size olan inancını ve güvenini sarsar.

* Onu Pamuklara Sarmayın: Çocuğunuzu aşırı korumayın.Tüm aile bireyleri çocuk için özveride bulunmaya hazırdırlar fakat bunu bir sınırı vardır.

* Onu Ödüllendirin Gerekiyorsa Ceza Verin:Tüm ailelerin yaptığı bir yanlış vardır.Çocuk sitediğiniz gibi davranıyorsa onunla hiç ilgilenilmez,farkına varılmaz.Çocuk kendinin de varolduğunu farketmenizi ister.

* Otizm Hakkında Bilgi Edinin: Çocuğunuzun engel türü hakkında bilgi edinin.Bu sayede çocuğunuza nasıl yardımcı olacağınızı ,gelişim seyrini iyi kavramış olursunuz.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Otizmde Refleksoloji

Refleksoloji, bugün destekleyici ya da tamamlayıcı tedavi dediğimiz tedaviler arasında yer almaktadır.

Refleksoloji sinir noktalarını belirli tekniklerle uyarmanın ortaya elektrokimyasal mesajları çıkardığını bununda nöronların yardımı ile ilgili organı uyardığını savunur.

Bunun yanısıra psikolojide özellikle panik atak ve depresyon hastalığının tedavisinde destekleyici olarak uygulanmakta olup, başta Rusya ve Amerika'daki engelliler üzerinde özellikle otistik ve spastik engelli çocuklar ile felçli hastalar olmak üzere birçok engel grubunda ciddi gelişmelerin ortaya çıkması sebep olmuştur..



Otizm de refleksolojinin uygulandığı alanlardan biridir. Otistik özellikleri olan çocuklarda sindirim sistemi, dalak, omurilik ve beyin alanları üzerinde çalışılması önerilir. Duygusal ve davranışsal problemlerin yanı sıra otistik özellikleri olan çocuklarda görülebilen bazı bağırsak problemleri; mide bağırsak duvarının incelmesine ve yabancı maddelerin bağırsak içine girmesine sebep olur. Literatüre göre, bu toksin maddeler, mide bağırsak yolu ile kan dolaşımına dahil olarak beyin fonksiyonunu etkiler. Bağırsak fonksiyonlarının artırılması ile vücudun toksinlerden arındırılması, karaciğer ve bağışıklık sisteminin fonksiyonlarının arttırılması ile beynin fonksiyonunun iyileştirilmesi, vücudun ruhun ve zihnin uyumunu sağlar.

4 Ekim 2012 Perşembe

Uyku Düzeni

Doğumdan sonraki dönemde süt çocuğu için bedensel gereksinimler uykuyu etkilemektedir. Açlık uyandırmakta, tokluk ise uykuya dalmayı kolaylaştırmaktadır. Bu dönemdeki uykusuzluklarda anne tarafından bebeğin beslenmesi ya da duygusal desteklenmesinin yetersiz, ters ya da aşırı bir biçimde karşılandığı görülmektedir. İlk aylarda uykusuzluk sıradan bir durumdur, ancak sonuçları nedeni ile aile için önemlidir. Ortaya çıkan gerginlik ve sinirlilik durumu yalnız çocuğun uykusuzluğunu artırmaz, yeni çatışmaları da ortaya çıkarır. Yeni doğan 19-23 saat uyur. Başlangıçta aralıklı ve parçalara bölünmüş bir uyku biçimindedir. Yavaş yavaş gece ağırlıklı olarak gelişir, üçüncü yıla doğru derinliğine kavuşur. Çocuklar büyüdükçe daha az uykuya ihtiyaçları olur. Ebeveynlerin çocukların hangi yaşta ne kadar uyuyacakları konusunda bilgi sahibi olması gerekmektedir. Düzenli uyku uyuyamayan çocuk huzursuz olur ve gelişimi zayıf kalır.( Aydınlı, 2003)
Çocuklar için ideal Uyku saatleri:
2 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 1-2 saat gündüz uykusu
3 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 1-2 saat gündüz uykusu
4 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 0-2 saat gündüz uykusu
5 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 0-2 saat gündüz uykusu yeterli olacaktır.
Akşam daha uzun uyuyan 2-3 yaş çocukları gündüz uykusuna ihtiyaç duymayabilirler.
4 ve 5 yaşlarındaki çocuklar da artık gündüz uykusuna ihtiyaç duymuyor olabilirler.
Bu bilgiler doğrultusunda anne ve babalar kendi çocuklarının uyku düzenini ayarlamaları gerekmektedir. Çocuklarının yeteri kadar uyuyup uyumadıklarını daha iyi öğrenmeleri için aşağıdaki sorulara cevap vermeleri gerekmektedir.
Çocukta uykuya dalma zorlukları:
Uyku, sessiz, sakin, karanlık ve uygun koşullar ister. Eğer içeride onun dikkatini çeken bir şeyler yapılıyorsa, sevdiği bir filmin sesi geliyorsa çocuk uyumak istemeyecektir. Bu nedenle çocuğunuzu uyumaya gönderdiğiniz zaman, ya da yatağına siz yatırdığınız zaman aklının içeride kalmamasına dikkat edin. Örneğin evde misafir varsa o çocuk için odasına çekilmek işkence gibi gelecektir. Karnı açsa, bütün gün anne babasından uzak kalmış ve henüz onlarla oynamaya konuşmaya doyamamışsa yine uyumak için içeri gitmesi zor olacaktır. Çocuğunuzla her akşam mutlaka belirli bir süre başbaşa geçirmeye çalışın. Uyumamak için direnen çocukların bir diğer nedeni de, baskıcı anne-baba tutumuna karşı tepki göstermektir. Yatmaya direnen çocukların bir diğer bahanesi de kötü rüyalar görmektir. Çocuk ağlayarak uyanabilir. Genellikle beş yaşından sonra sıkıntılı düşler kaybolur. Gece Korkuları ve Karanlık korkusu; çocukların uyumaya direnmesinin bir başka sebebidir. Özellikle çocuklar bu bahaneyi kullanarak anne-babalarının yatağında yatma alışkanlığı geliştirebilirler. Korkunç senaryolar, ürkütücü arkadaşlar akıllarına gelebilir. Özellikle de karanlık bir odada tek başına kalınca korkular başlar.
Belli Başlı Uyku Bozuklukları:
Her insanın uykusu zaman zaman bozulabilir. Ruhsal sıkıntılar, bedensel hastalıklar uykunun süresini, düzenini gelip geçici olarak bozabilir. Bunlara uyku bozukluğu denmez. Birçok ruhsal bozuklukta uyku bozukluğu belirtisi çok sık görülür. Uyku esnasındaki bozukluklar şöyledir:
a.Uykuya geçiş (uykuya dalış biçimi, hızı, uykuya dalmada zorluk)
b. Uyku süresindeki olaylar (düşler, uyku bölünmeleri, diş gıcırdatma, sayıklama, uyurgezerlik)
c. Uyanma (erken uyanma, geç uyanma, uyanma güçlüğü)
Uyku Bozuklukları:
A.Uyku bozukluğu (dissomniya)
a. Uykusuzluk (insomnia)
b. Aşırı uyku (hipersomnia)
B.Parasomniyalar (korkulu düşler, uyurgezerlik gibi)
a. Bunaltılı düşler (kabus)
b. Uykuda korku nöbeti (karabasan)
c. Uyurgezerlik
Çocuğunuzun uyku düzenini oluşturabilmek için ailelere öneriler:
Çocuğunuzu yatağa yatırmadan önce dişlerin fırçalanması, babaya ve anneye iyi geceler öpücüğü verilmesi, bir masal okunması, bir bardak süt içilmesi gibi bir rutin oluşturun
Yatağa yatırdıktan sonra onunla günü hakkında biraz sohbet edin. Belki sadece sizinle konuşmaya ihtiyacı var diye uykuyla savaşıyor olabilir.
Uyku öncesi rutinlerine sıkıca uyun. Hatta uyku saati gelmeden az önce ona haber verin. “Dişlerin fırçalanmasına beş dk kaldı canım” suiistimal etmesine izin vermeyin. Bir masal yerine iki masal olabilir ama üçüncü ve dördüncü olmamalıdır.
Zamanında hazırlanıp yatağa gittiği zaman onu kutlayın. Ona ödül verebilirsiniz ya da onu parka götüreceğinizi söyleyerek mutlu uyumasına yardımcı olabilirsiniz.
Uykuyu reddetmek çocuğun kendini ifade edebilmesinde oldukça güçlü bir yöntemdir. Bu nedenle ona karar verme hakkı tanıyın. Masal mı anlatalım yoksa süt mü içersin diye sorular sorun ve uyumaktan başka seçeneğinin kalmadığının farkına varmasını sağlayın.
Çocuğunuz kuralları zorlamaya çalışacaktır. Ona karşı sert olmayın ama kararlı davranın. Belki bir miktar süreyi esnetebilirsiniz ama “ süre doldu” dediğiniz zaman gerçekten bittiğini anlasın. O yine de on dk daha diye mızırdanacaktır ama bir kere izin verirseniz her gece bu on dk'ları hakkı olarak görmeye başlayacaktır.
Çocuğunuza kendi başına uyumasını öğretin, buna alıştırın. Her gece o uyuyana kadar yanında kalmanızı istiyor olabilir. Ancak yavaş yavaş onu beş dk sonra geri geleceğim diyerek odadan çıkmanıza alıştırın. Siz içerdeki odadayken de güvende olacağına inansın.
Çocuk uyku düzenine hemen alışmayacaktır. Adım adım yavaş yavaş ilerleyin. Sizin yatağınıza her geldiğinde uykunuz kaçmasın diye onu yatağına geri götürmek yerine her kabul edişiniz onun bu davranışını pekiştirecektir. O yüzden bir kaç zaman uykunuz kaçma pahasına da olsa onu yatağına geri taşıyın. Her uyandığında kendini kendi yatağında bulsun.
Uyumak istememesinin nedenlerini araştırın.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Sayfamızı Beğenmenizle
Mutluluk Duyarız